Kasten adam öldürme suçu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun İkinci Kitap Birinci Kısım Birinci Bölümde Soykırım ve İnsanlığa Karşı Suçlar başlığı altında düzenlenmiştir.
TCK’nin 81. maddesinde kasten adam öldürme suçunun temel şekli düzenlenmiş, 765 sayılı ETCK’den farklı olarak failin müebbet hapis cezası ile cezalandırılacağı öngörülmüştür.765 sayılı ETCK’nin 448. maddesinde düzenlenen adam öldürme suçunun işlenmesi halinde faile 24 yıldan 30 yıla kadar ağır hapis cezası verileceği öngörülmüştü.
1 Mart 1926’da yayımlanan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu İtalya’dan iktibas edilmiş olup 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 26 Eylül 2004 tarihinde kabulü ile 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlükten kaldırılmıştır.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 10 Aralık 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin üçüncü maddesinde “Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır.” şeklinde belirtilen yaşama hakkı temel hak ve özgürlükler içinde en temel olanıdır.
Avrupa Konseyi üye devletleri tarafından 04 Kasım 1950 tarihinde Roma’da imzalanan İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme ‘nin birinci maddesi ile “Herkesin yaşam hakkının yasayla korunacağı , Yasanın ölüm cezası ile cezalandırdığı bir suçtan dolayı hakkında mahkemece hükmedilen bu cezanın infaz edilmesi dışında, hiç kimsenin yaşamına kasten son verilemeyeceği , ancak bir kimsenin yasa dışı şiddete karşı korunmasının sağlanması, bir kimsenin usulüne uygun olarak yakalanmasını gerçekleştirme veya usulüne uygun olarak tutulu bulunan bir kişinin kaçmasını önlenmesi veya bir ayaklanma veya isyanın yasaya uygun olarak bastırılması amacıyla gerçekleştirilen mutlak zorunlu olanı aşmayacak bir güç kullanımı sonucunda ölüm meydana gelmişse yaşam hakkının ihlal edildiğinden bahsedilemeyeceği” düzenlenmiştir.
28/04/1983 tarihinde Strazburg’da imzalanan İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’ye ek, Ölüm Cezasının Kaldırılmasına Dair 6 no’lu protokolün birinci maddesiyle ölüm cezasının kaldırıldığı, 03/05/2002 tarihinde Vilnius ‘ta imzalanan İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’ye ek, Ölüm Cezasının h-Her Durumda Kaldırılmasına dair 13 no’lu protokolün birinci maddesiyle savaş durumu dahil ölüm cezasının her durumda kaldırıldığı kabul edilmiştir.
Nitekim Anayasamızın 17. maddesinde “Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.” şeklinde belirtilmek suretiyle kişinin yaşam hakkı anayasal koruma altına alınmıştır.
Gerek Anayasa'da mutlak, en üstün değer olarak algılanan insan hayatı, korunmasında sadece bireyin çıkarı olduğu için değil, aynı zamanda toplumun da menfaati olduğu için ceza himayesinin konusu yapılmıştır.
5237 sayılı Kanunun 81. maddeye ilişkin gerekçesinde bu maddeyle kasten öldürme suçunun temel şeklinin tanımlandığı, kişinin hayat hakkına verilen önemin vurgulandığı, 765 sayılı Türk Ceza Kanunundan farklı olarak, suçun temel şekli açısından müebbet hapis cezası öngörüldüğü belirtilmekle yetinilmiştir.
5237 sayılı TCK’nın “Kasten öldürme” başlığı altında 81. maddesinde düzenlenen suçun manevi unsuru öldürme kastıdır ve suçun faili herkes olabilir. Suçun mağdurunun ise eylem gerçekleştirilmeden önce hayatta olan bir kişi olması zorunludur şayet mağdur eylemden önce zaten hayatını kaybetmiş ise fail tarafından gerçekleştirilen eylem kasten adam öldürme suçuna sübut vermeyecektir. Bu suç sadece Türk vatandaşlarına karşı değil yabancı uyruktaki kişilere karşı işlenmesi halinde de gerçekleşecek olup, yaş, ırk, sosyal konum, cinsiyet, din farkı yapılmamaktadır.
Mağduru çocuk olan durumlarda suçun sübutu yönünden anne karnından vücudunun bir kısmı da olsa ayrılmış ve bir kere dahi olsa nefes almış olması yeterli ve gereklidir.
Kişinin kendini öldürmesi ya da öldürmeye teşebbüsü halinde adam öldürme suçundan bahsedilemeyeceği açık olup beyin ölümü gerçekleşmiş bir kişiye karşı gerçekleştirilen öldürme eyleminin adam öldürme suçuna vücut vermeyeceği görüşü doktrinde kabul edilen görüştür.
Kasten adam öldürme suçunun icrai ya da ihmali davranışla, doğrudan ya da olası kastla, bilinçli ya da bilinçsiz taksirle işlenmesi mümkündür.
Burada diğer önemli husus failin hareketi ile gerçekleşen ölüm sonucu arasında nedensellik bağı bulunması gerekliliğidir. Hiç kimsenin bir başkasının fiilinden sorumlu tutulamayacağına ilişkin genel hüküm ışığında öldürme eyleminden failin sorumlu tutulabilmesi için eylem ile gerçekleşen ölüm sonucu arasında doğrudan bağlantı bulunmalıdır.
Eylem ile ölüm neticesi arasında nedensellik bağı değerlendirilirken faildeki öldürmeye ilişkin manevi unsurun en azından taksir düzeyinde var olması aranmakta, salt nedensellik bağının var olduğu ve fakat failde öldürmeye ilişkin manevi unsurların olmadığı durumlarda failin ölüm neticesinden sorumlu olmayacağına karar verilmektedir.
Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararında “Failin gerçekleştirdiği bir eylemde, kastettiğinden daha ağır veya başka bir sonucun meydana gelmesi hâlinde, sorumlu tutulabilmesi için netice bakımından en azından taksirle hareket etmiş olmasının kabulü gerekmektedir. Fail, bu sonucun meydana gelmesinden taksirle bile sorumlu tutulamıyorsa, objektif sorumluluğun kaldırılmasının doğal bir sonucu olarak, sadece nedensellik bağının bulunuyor olması, neticeden sorumlu tutulması için yeterli olmayacaktır.” şeklinde belirtmiştir. (2018/451 E. , 2019/456 K.)
“Doğrudan kast; öngörülen ve suç teşkil eden fiili gerçekleştirmeye yönelik irade olup, kanunda suç olarak tanımlanmış eylemin bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi ile oluşur. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini bilmesi ve istemesi hâlinde doğrudan kastla hareket etmiş olacak, buna karşın işlemiş olduğu fiilin muhtemel bazı neticeleri meydana getirebileceğini öngörmesine ve bu neticelerin gerçekleşmesini mümkün ve muhtemel olarak tasavvur etmesine rağmen muhtemel neticeyi kabullenerek fiili işlemesi hâlinde olası kast söz konusu olacaktır. Olası kast ile doğrudan kast arasındaki farkı ortaya koyan en belirgin unsur, doğrudan kasttaki bilme unsurudur. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini biliyorsa doğrudan kastla hareket ettiğinin kabulü gerekmektedir. (Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2018/451 E. , 2019/456 K. )
Sonucun gerçekleşmesinde mağdurun da eyleminin etkisinin var olduğu hallerde ise failin davranışının nedensellik bağını kesmediği sürece bu durum, failin sorumluluğunu ortadan kaldırmayacak ancak temel cezanın belirlenmesinde sanık lehine yorumlanacaktır.
Ceza hukukunda, istisna oluşturan taksir dışında, kural, kişinin öngördüğü ve gerçekleştirmek istediği sonuçtan sorumlu tutulmasıdır.
Yargıtay failin öldürme kastıyla mı yoksa yaralama kastıyla mı hareket ettiğinin belirlenmesinde bir takım kriterleri içtihat hale getirmiştir. Fail ile mağdur arasında olayın öncesine dayalı husumet olup olmadığı, darbe sayısı ve şiddeti, darbelerin vurulduğu bölgelerin hayati bakımdan önemi, failin hareketine engel neden dolasıyla mı yoksa kendiliğinden mi son verdiği, failin suç aleti ve kullanış biçimi, olay sonrasında mağdura yönelik davranışları her bir olayda ayrı ayrı değerlendirilecek, somut olayın özelliğine göre başka kriterler de aranabilecektir.
İnsanın dış dünyaya yansıyan davranışlarını esas alan ceza hukuku, onun davranışlarında iç dünyasının, o anki ruh hâlinin ve genel psikolojik özelliklerinin önemi bulunduğunu kabul ederek bu psikolojik durumlara belli bir hukuki değer vermektedir. Bu itibarla modern ceza hukuku sadece işlenen suçu değil, suçun işlenmesinde etkili olan nedenleri göz önünde bulundurarak cezalandırma yoluna gitmektedir. (Devrim Aydın, Yeni Türk Ceza Kanunu'nda Haksız Tahrik, AÜHFD, 2004, C. 54, s.225.)
Öte yandan 5237 sayılı TCK'nın "Kast" başlıklı 21. maddesi ise;
"(1) Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.
(2) Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır. Bu halde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmi beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur; diğer suçlarda ise temel ceza üçte birden yarısına kadar indirilir" şeklinde düzenlenerek, maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde doğrudan kast tanımlanmış, ikinci fıkrasında; öğreti ve uygulamada "dolaylı kast, belirli olmayan kast, gayrîmuayyen kast, olursa olsun kastı" olarak da adlandırılan "olası kast" tanımına yer verilmiştir.
Bilindiği üzere manevi unsur olarak taksirden söz edebilmek için ilgili suç tipinin taksirle gerçekleştirilebileceğinin kanun koyucu tarafından ayrıca ve açıkça düzenlenmiş olması gerekir. Adam öldürme suçunun taksirli hali kanunda ayrıca ve açıkça düzenlenmiştir.
Aynı Kanunun 22. maddesinde manevi unsur olarak taksir düzenlenmiştir. Kanun koyucu madde gerekçesinde taksirin değerlendirme şeklini ve ölçüsünü “Taksirli suçlarda fail, kendi yetenekleri, algılama gücü, tecrübeleri, bilgi düzeyi ve içinde bulunduğu koşullar altında, objektif olarak varolan dikkat, özen yükümlülüğünü öngörebilecek ve yerine getirebilecek durumda olmalıdır. Bütün bu yeteneklere sahip olmasına rağmen bu yükümlülüğe aykırı davranan kişi, suç tanımında belirlenen neticenin gerçekleşmesine neden olması durumunda, taksirli suçtan dolayı kusurlu sayılarak sorumlu tutulacaktır.” şeklinde açıklamıştır.
Birden fazla kişinin katılımıyla gerçekleştirilen taksirli eylemlerin sonucu ölüm neticesi meydana geldiğinde her bir failin eyleminin neticeye etkisi diğerinden bağımsız değerlendirilecek her bir kişinin sorumluluğu kendi kusuruna göre belirlenerek ceza tayin edilecektir.
Şahısta hata halinde de fail adam öldürme suçundan sorumlu tutulacak, hedefte sapma halinde bu hal hata olarak kabul edilmediğinden suçların içtimaı fikri içtima hükümleri gereğince uygulama yapılacaktır.
Bir kişiyi öldürmek için ateşlenen silâhtan çıkan kurşun, mağdura isabet etmeden duvara çarpması nedeniyle sekerek bir başkasının ölümüne veya yaralanmasına neden olabilir. Bu durumda, hedeflenen kişi açısından kasten öldürme suçu teşebbüs aşamasında kalmıştır; ancak, sekme sonucunda ölümüne veya yaralanmasına neden olunan kişi açısından ise, taksirle öldürme veya taksirle yaralama suçu işlenmiş olmaktadır. Bu gibi durumlarda kişi işlediği bir fiille birden fazla farklı suçun oluşumuna neden olmaktadır ve bu suçlardan en ağır cezayı gerektireni ile cezalandırılmasıyla yetinilmelidir.
Hukuki anlamda tek bir fiille bir kişinin kasten öldürülmesi yanında, başka bir suçun da işlendiği durumlarda, öncelikle ikinci suçun nitelendirilmesi yapılacak, ikinci suçun da kasten öldürme suçu olduğunun saptanması hâlinde aynı neviden fikri içtima hükümleri değil TCK'nın 43/3. maddesi göz önüne alınarak gerçek içtima kuralları uygulanacak, ikinci suçun kasten öldürme suçundan farklı bir suç olduğunun belirlenmesi hâlinde ise 44. maddede düzenlenen farklı neviden fikri içtima kuralı uyarınca sadece cezası en ağır olan suçtan ceza verilmesi ile yetinilecektir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun tek atışla hem öldürme hem de yaralama suçlarına yol açılan durumlarda TCK'nın 44. maddesindeki düzenleme uyarınca meydana gelen suçlardan en ağırından ceza verilmesi gerektiğine ilişkin kararlarında istikrar bulunmaktadır.
“Sanık ...'ın hem ...'i hem de ...'i öldürme kastıyla hareket ederek av tüfeği ile tek atış yapması durumunda, sanığın eylemi aynı neviden içtimanın düzenlendiği TCK'nın 43. maddesinin birinci fıkrası kapsamında kalacak ve aynı Kanun maddesinin üçüncü fıkrasında belirlenen istisna nedeniyle de sanığın hem ...'i hem de ...'i öldürmeye teşebbüs suçlarından ayrı ayrı cezalandırılmasına karar verilmesi gerekecek idiyse de, bir numaralı uyuşmazlık konusunda açıklandığı şekilde gelişen olayda; sanığın sadece ...'i öldürme kastıyla hareket ederek tek atış yaptığı av tüfeğinden çıkan saçma tanelerinin isabet etmesiyle yaralanan mağdur ...'a yönelik eylemini olası kastla gerçekleştirdiği kabul edildiğinden, sanığın av tüfeği ile inceleme dışı davanın katılanı ...'i öldürme amacıyla ona doğru bir kez ateş etme eyleminin hukuki anlamda tek fiil sayılması gerektiği ve bu suretle tek olan eylem sonunda hem ...'e karşı kasten öldürme suçuna teşebbüsün, hem de katılan ...'e yönelik olası kastla yaralama suçunun meydana geldiği sonucuna ulaşılmakla birlikte TCK’nın 43. maddesinin 3. fıkrasındaki; “Kasten öldürme, kasten yaralama, işkence ve yağma suçlarında bu madde hükümleri uygulanmaz” hükmü gereğince zincirleme suç ve aynı neviden fikri içtima kurallarının kasten öldürme ve kasten yaralama suçları açısından uygulanamayacak olması, dolayısıyla sayılan bu suçlarda, failin mağdur sayısınca ayrı ayrı cezalandırılacağına ilişkin istisnaya farklı neviden fikri içtima hükmünün düzenlendiği TCK'nın 44. maddesinde yer verilmemiş olması, kıyas veya genişletici yorum yoluyla hakkında düzenleme olmayan ceza hukukuna ilişkin bir konuda kişi hak ve hürriyetlerinin aleyhine uygulama geliştirilemeyeceği yönündeki evrensel hukuk ilkeleri ve Yargıtay Ceza Genel Kurulunun istikrar kazanmış uygulamaları ile birlikte değerlendirildiğinde, bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nın 44. maddesinin uygulanması ve buna bağlı olarak meydana gelen suçlardan en ağırı olan inceleme dışı davanın katılanı ...'e yönelik kasten öldürme suçuna teşebbüsten ceza verilmesi ile yetinilmesi gerektiği hâlde bunun dışında ayrıca katılan ...'e yönelik olası kastla yaralama suçundan mahkûmiyet hükmü kurulması isabetli değildir. “ (Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2018/310E. ,2019/62 K. 05/02/2019)
İstisnai iki halde vücut bütünlüğüne karşı yapılan müdahaleler hukuka uygunluk sebepleri arasında kabul edilmiştir. Bunlar spor karşılaşmaları ve tıbbi müdahalelerdir. Spor oyunları sırasında oyun kuralları içerisinde rakibe karşı müessir fiilde bulunulması durumunda hukuka uygunluk sebebi mevcuttur.
Son olarak belirtmek gerekir ki ceza hukukumuzda ötenaziye yer verilmemiş, ötenaziye yönelik eylemlerin adam öldürme suçu sayılacağı kabul edilmiştir.