İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinde yaşamanın, kişi güvenliği ve hürriyetinin her bireyin temel hakkı olduğu, işkenceye veya zalimane muameleye tabii tutulamayacağı, dinlenmeye ve makul sürelerde çalışmaya, gerek kendisi gerek ailesi için yiyecek, giyim, mesken, tıbbi bakım ve gerekli sosyal hizmetler dahil olmak üzere sağlığı ve refahını temin edecek uygun bir hayat seviyesine ve işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, ihtiyarlık veya geçim imkanlarından iradesi dışında mahrum bırakacak diğer hallerde güvenliğe hakkı olduğu düzenlenmiştir.
Anayasa’nın 17. maddesinde herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu, tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamayacağı, rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamayacağı düzenlenmiştir.
Yine Anayasa’nın 56. maddesinin 3. fıkrasında “Devlet, herkesin hayatını beden ve ruh sağlığı içerisinde yürütmesini sağlamak, insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler.”ile 4. fıkrasında “Devlet bu görevini kamu ve özel kesimlerindeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak onları denetleyerek yerine getirir.” hükümleri yer almaktadır.
Bireyin en temel hakkı olan yaşam hakkını ve bağlı diğer haklarını tam ve etkin şekilde kullanabilmesi için ruhen ve bedenen sağlıklı olması da gerektiği yadsınamaz bir gerçektir. Bireyin maddi ve manevi varlığı bütündür.
Sağlık hukuku özellikle uluslararası alandaki düzenlemelerin ve gelişmelerin ulusal hukuka yansımasıyla her geçen gün gelişen ve sürekli yenilenen, hastalar ile hekimler, hemşireler, hasta bakıcılar, diğer sağlık yardımcıları ve hastaneler arasındaki hastalığın tanı, tetkik ve tedavi süreçlerinde yaşanan ilişki ve uygulanan işlemleri konu aldığı gibi işlemlerden belli zaman sonra ortaya çıkan durumlar ile hasta yakınlarını da kapsayacak şekilde geniş ve dinamik bir hukuk alanıdır. Günümüze kadar sağlık hukuku alanında gerek uluslararası gerekse ulusal pek çok hukuki düzenleme, etik kural ve antlaşma düzenlenmiştir. Her geçen gün kendini yenileyen ve gelişen sağlık hukukunun ceza hukuku dahil diğer hukuk alanları ile de sıkı ilişkisi olduğunu söylemek yerinde olacaktır.
Dünyadaki tüm insanlar için tıp eğitimi, tıp bilimi, tıp sanatı, tıp etiği ve sağlık alanında en yüksek uluslararası standartlara ulaşmaya gayret ederek insanlığa hizmet etmek amacıyla 1947 yılında kurulan Dünya Tıp Birliği (WMA), 1946 yılında 61 ülke temsilcisi tarafından kuruluş sözleşmesinin imzalanmasıyla 1948 yılında kurulan Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ,çocukların sağlığı, beslenmesi, eğitimi ve genel esenliğinin temini için gereken haklarının korunması için kurulan UNICEF başlıcalarıdır.
Dünya Tıp Birliği ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından yayınlanan bildirgeler ülkelerin hasta hakları yönündeki çalışmalarına ve düzenlemelerine yol gösterici olması ve öneri sunması nedeniyle önemli bir yere sahiptir.
Kişinin bedeninin ruhen, bedenen ve sosyal yönden tam bir iyilik halinde olması şeklinde tanımlanan sağlık hakkının doğumuna, kullanımına ve karşılaşılan uyuşmazlıkların hukuki çözüm yollarına ilişkin kurallar bütünü sağlık hukukunun kapsamını oluşturmaktadır.
Sağlık hakkı insan haklarına ilişkin kategorizasyon içinde ekonomik ve sosyal haklar içinde yer almaktadır. Sağlık hakkı bu sebeple kişinin sadece hasta olduktan sonraki süreçteki haklarını değil hasta olmadan önceki hayatı sürecince sahip olması gereken temel hakları ve iyilik halini bir bütün halinde içermektedir. Kişinin hasta olmadan önceki süreçte sağlığının korunması, ruhen, bedenen ve sosyal açıdan iyilik hali içinde olmasının temini ve hasta olduktan sonra uygulanan tanı, tetkik ve tedavi ile sonrasındaki süreçte sağlığının korunmasına ilişkin sahip olduğu hakları içerir.
Türkiye Cumhuriyeti tarafından 2003 yılında imzalanan Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi (1966 imza, 1976 yürürlük)’nin 12. maddesinde “Sağlık Standardı Hakkı” başlığı altında sözleşmeye taraf devletlerin mümkün olan en yüksek seviyede fiziksel ve ruhsal sağlık standartlarına sahip olmaya herkesin hakkı olduğunu tanıdığı, bu amaçla maddede belirtilen tedbirlerin alınacağını düzenler. Anılan tedbirler içinde çevre kirliliği, sanayi atığı kirliliği, ölü doğum, salgın hastalıklar, meslek hastalıkları, yöresel hastalıkların ve diğer hastalıkların önlenmesi, var olan doğum oranının düşürülmesi, çocukların sağlıklı gelişiminin sağlanması, hastalık halinde ise her türlü sağlık hizmeti ve bakım şartlarının sağlanması tedbirleri yer alır.
1981 yılında Dünya Tıp Birliği tarafından yayınlanan Lizbon Hasta Hakları Bildirgesi, 1994 yılında yayınlanan Amsterdam Hasta Hakları Bildirgesi, 1995 Bali Hasta Hakları Bildirgesi, 2002 Hasta Haklarına İlişkin Avrupa Statüsü önemli uluslararası kaynaklardır.
Ülkemizde sağlık hukuku alanında her geçen gelişme kaydedilmektedir. Sağlık hukukuna ilişkin bilinç düzeyinin gerek hekimler, gerek diğer sağlık personelleri, gerek hastaneler, gerek hastalar ve hasta yakınları ile sivil toplum kuruluşları arasında kollektif süreçte artış gösterdiği ve bunun da pozitif yansımasının mevzuat değişiklikleri ile yargı içtihatlarında görülme sıklığının arttığı tespit edilmektedir.
Sağlık hukukunun temelinin hasta ile hekim arasındaki ilişkiye dayandığına dair görüş yerini hastalık öncesi süreçte devletin gerçekleştirmekle yükümlü olduğu görevler ile hastalığın tanı, tetkik ve tedavi sürecinde hekim ile birlikte hastane, hemşireler, diğer yardımcı personelin görev ve yükümlülüklerini içerdiğine ilişkin görüşe bırakmıştır.
Hastanın hekim ile ilişkisi pek çok olayda hastanın önce hastaneye başvurması ile başlamaktadır. Hekimin özel muayenehanesinde doğrudan gitmek yerine hastaneye başvuran hastanın ilk muhatap olduğu taraf hastanedir. Dolayısıyla, hastanenin hastaya karşı yükümlerinin olduğunu göz ardı ederek hasta haklarını doğrudan hekim ile ilişkilendiren görüşün pek çok olayda uygulama yeri olmadığı da açıktır.
Hastanede çalışan güvenlik görevlilerinin dahi hastaya karşı yükümlü olduğu gözetildiğinde, sağlık hukukunun kapsamının dar yorumlanması gerek hasta gerekse hekim açısından aleyhe olacaktır.
Ülkemizde sağlık hukuku alanında yürürlükte olan mevzuat içinde çok sayıda kanun, kararname, yönetmelik, tebliğ ve genelge bulunmaktadır
1987 yılında yürürlüğe giren Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu ile sağlık hizmetlerine ilişkin temel esaslar düzenlenmiş, insanlar üzerinde tıbbi deney izne ve belirli şartlara tabi tutulmuş, özel sağlık kurumunda çalışan sağlık personeline karşı bu görevleriyle bağlantılı olarak işlenen suçlar yönünden kamu görevlisi sayılacakları, sağlık personeline görevleri sırasında veya görevlerinden dolay işlenen kasten yaralama suçunun Ceza Muhakemesi Kanununun 100. Maddesinde aranan tutuklama sebebi varsayılan suçlardan olduğu belirtilmiştir
Hasta Hakları Yönetmeliği, Organ ve Doku Nakli Hizmetleri Yönetmeliği, Kişisel Sağlık Verileri Yönetmeliği, Sağlık Mesleklerinin Uygulanmasından Dolayı Uğranılan Zararların Uzlaşma Yoluyla Halledilmesine İlişkin Yönetmelik, Aile Hekimliği Uygulama Yönetmeliği, Yataklı Tedavi Kurumları İşletme Yönetmeliği, Hemşirelik Yönetmeliği, Özel Hastaneler Yönetmeliği, Sözleşmeli Sağlık Personelleri Disiplin Kurulları Hakkında Yönetmelik, Tıbbi Cihaz Yönetmeliği, Ambulans Yönetmeliği, Evde Bakım Hizmetleri Sunumu Hakkında Yönetmelik, Ceza Muhakemesinde Beden Muayenesi, genetik İncelemeler ve Fizik Kimliğin Tespiti Hakkında Yönetmelik, İlkyardım Yönetmeliği, Acil Sağlık Hizmetleri Yönetmeliği, ürünlerin piyasa Gözetimi ve Denetimine İlişkin Yönetmelik, Güzellik ve Estetik Amaçlı Sağlık Kuruluşları Hakkında Yönetmelik, Diş Protez Laboratuvarları Yönetmeliği, Özürlülük Ölçütü, Sınıflandırılması ve Özürlülere Verilecek Sağlık Kurulu Raporları Hakkında Yönetmelik en sık karşılaşılan yönetmeliklerden bazılarıdır.
Genel olarak bahsetmek gerekirse, sağlık hukukunun önemli bir bölümünü tıbbi uygulama hatalarından kaynaklı uyuşmazlıklar oluşturmaktadır.
Tıbbi uygulama hataları;
İletişim eksikliği ve hatalı kayıt,
Hatalı Tanı,
Aydınlatma ve onam hataları ,
Hatalı karar,
Girişim hataları,
Teknik hatalar,
Yetki sınırlarının aşılması,
Konsültasyon hataları,
Terk Etme ve Özen Eksikliği şeklinde ortaya çıkmaktadır.
En önemli hasta haklarından biri aydınlatılmış onam hakkıdır. Hastadan hiçbir şey saklanmaksızın onayı alınmalı, en uzak riskler hakkında dahi hastanın anlayabileceği kelimeler seçilerek bilgilendirme yapılmalı, hastaya kendisine yapılan bilgilendirme hakkında düşünmesine ve önerilen tedaviyi kabul edip etmeme konusunda değerlendirme yapabilmesine yetecek kadar süre verilmeli, bilgilendirme sırasında hastanın sorduğu sorulara mümkün olduğunca cevap verilmeli, hastanın istediği hekimle istediği hastanede tedavi olmasına müsaade edilmeli, hastanın sosyal ve kültürel düzeyi gözetilmelidir.
Uygulamada gerek hastanelerde gerekse özel kliniklerde hastadan standart form alınmakla yetinildiği hatta bazı ufak işlemlerde hastanın yazılı onayı dahi alınmaksızın sürecin yürütüldüğü görülmektedir. Oysa her hasta ve uygulanacak tetkik ve tedavi yöntemleri birbirinden farklı olduğu gibi tedavi esnasında kullanılacak ilaçların hastada meydana getirebileceği komplikasyonlar ile uygulanacak diğer işlemlerin etkimeleri farklıdır. Dolayısıyla gerek hastaların gerekse hastane ve hekimlerin özellikle bu hususta bilinçlenmeleri, hastanın başvuru sürecinden tedavisi tamamlanarak gözetim sürecine geçildiğinde dahi hastaya ayrı ayrı bilgilendirmenin yapılması ve detaylı onam formunun imzalatılması yararlı ve gereklidir.
Hekimin pek çok olaya sadece kendi iş ve işlemlerinden değil tanı, tetkik ve tedavi işlemlerini birlikte yürüttüğü diğer sağlık personeliyle birlikte sorumlu olduğu göz önüne alındığında tazminat yükümlülüğünden kurtulmak ya da sorumluluğunu en aza indirebilmek için gerek hasta ile gerekse konsultan hekim ve diğer sağlık personeliyle olan görüş, talimat, uygulama ve diğer işlemlerini mümkün olduğunca yazılı ve imzalı şekilde yürütmesi gereklidir.
Hekim, hukuki, mesleki ve bilimsel bakımdan yetki olmadığı hastaya bakmamalı, hasta ile ilişkisinde tıbbi etik ve mesleki ilkelere bağlı olmalı, tıbbi girişimlerde tıbbi etik ve hukuksal olarak doğru hareket etmeli, her türlü girişim için hastasının aydınlatılmış onamını almış olmalıdır.
Hastada bir zarar meydana geldiğinde bunun tıbbi uygulama hatası ya da hekimin kusuru olup olmadığına tıbbi bilirkişiler karar verir.
Hekimin kusurunun belirlenmesinde aynı yetkinlik düzeyinde ve aynı ortam koşullarında hekimin göstermesi beklenen özen kıstas alınır.
Yargıtay 12. Ceza Dairesi 2016/2636 E., 2016/12718 K. sayılı kararında Ameliyat sonrası hastanın durumunu takip etmeyen operatör doktorun eyleminin ihmali davranışla görevi kötüye kullanma suçunu oluşturacağına hükmetmekle hekimin gözetim yüküm uymamasının ceza hukukunda yaptırıma bağlandığını karara bağlamıştır.
Yüksek Daire 2016/1134 E. , 2016/4487 K. sayılı kararında ise yoğun bakım ünitesi yeterli olmayan uzman doktorları olmayan hastanede yeni doğan bebeği uygun hastaneye sevk etmeyen doktorların bebeğin ölümünden sorumlu olduğuna karar vermiştir.
Ateş şikâyeti ile gelen bebeğe tam fizik muayenesi yapılmadan ve hastalığının tam olarak teşhisi konulmadan ateş düşürücü vererek eve gönderen doktorun sorumlu olacağı. (Yargıtay 12.Ceza Dairesi 2016/2107 E. , 2016/6182 K.)
Trafik kazası sonucu hastaneye gelen yaralının istenen tetkikleri yapmadan hastaneden ayrılması ve daha sonrasında mide ülseri ve komplikasyonları sonucu vefat etmesi olayında adli tıp kurumu raporuna göre kaza ile illiyet bağı kurulamadığından kovuşturmaya gerek yoktur kararı verilmesi. (Yargıtay 12. Ceza Dairesi 2017/1533 E., 2017/2614 K.)
Ameliyat sonrası çocuğun burun boşluğunda bulunan tamponun çocuğun muayeneye gelmemesinden dolayı çıkarılmamasından doktor sorumlu değildir. (Yargıtay 12.Ceza Dairesi 2016/469 E. , 2016/6671 K.)
Yargıtay estetik operasyonların eser sözleşmesi hükümlerine göre çözüleceğine, eser sözleşmesinin niteliği gereği yüklenici sonucu garanti etmiş sayılması gerektiğine, komplikasyonlarda ise aydınlatma yükümlülüğü ve komplikasyon yönetiminin doğru yapılmasının yine yüklenicinin (hekimin) sorumluluğunda olduğuna dair karar vermektedir.
“Davacı, göz altı ve orta yüz germe için estetik gayeyle davalıya başvurmuş olduğuna göre, estetik ameliyat yapılmak suretiyle istenilen ve kararlaştırılan amaca uygun güzel bir görünüm sağlanmasının taraflar arasındaki eser sözleşmesinin konusu olduğu açıktır. Burada sözleşme yapılmasının nedeni belli bir sonucun ortaya çıkmasıdır. Eser yüklenicinin sanat ve becerisini gerektiren bir emek sarfı ile gerçekleşen sonuç olup, yüklenici eseri iş sahibinin yararına olacak şekilde ve ona hiçbir zarar vermeden meydana getirmek yükümlülüğü altındadır.” (Yargıtay 15. Hukuk Dairesi Esas No:2018/3534 Karar No:2018/4434)
Hukuk büromuzda sağlık hukukundan kaynaklanan uyuşmazlıklarda hasta, hasta yakını, hastane, hekim, hemşire, sigorta şirketleri ve diğer sağlık personellerine danışmanlık ve avukatlık hizmeti verilmektedir.