M. A. / TÜRKİYE Başvuru No: 36368/18
Başvurucu Türk vatandaşıdır. 11 Şubat 2015 tarihinde taşınmazdan bir pay almıştır. Satın alınan taşınmaz 1984 tarihinden itibaren imar planında “inşa edilemez” alanken 2011 tarihinde imar planında yapılan yenilikle “ticari rekreasyon” alanına çevrilmiştir. Bu durumda alan “inşa edilebilir” alan haline gelmiştir. Başvurucu, 24 Mart 2015 tarihinden idareye taşınmazın kamulaştırma talebinde bulunmuş, idare tarafından cevap verilmemesi üzerine 18 Haziran 2015 tarihinde mülkün idareye devri ve kamulaştırma bedeli belirleme davası açmıştır. İlgili idare mahkemesi, idare tarafından el atılmayan taşınmazın akıbeti ile ilgili uzun süren belirsizlik durumunun malike aşırı yük yüklediğini belirtmiştir. Somut olayda başvuranın taşınmaza sahip olduğunda, taşınmazın kamu hizmetine ayrıldığını, eski maliklere bu sürede aşırı yük yüklendiğini ancak başvurucunun taşınmazı iktisap ettiği tarihten itibaren geçen sürede aşırı yük altına girmediğini ileri sürerek davayı reddetmiştir. İç hukuk yollarını tüketen başvuran, 1 No.lu Ek Protokol’ün 1. maddesini ve Sözleşme’nin 6. maddesini ileri sürerek, arazisinin üzerine inşaat yapılamaması nedeniyle mülkiyetine saygı hakkının ihlal edildiğini ve ulusal mahkemelerin, taşınmazının kamulaştırılması talebini kabul etmemelerini dile getirerek 26 Temmuz 2018’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmuştur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi başvuruyu, 1 No.lu Ek Protokol’ün 1. Maddesi çerçevesinde incelemiştir. Mahkeme başvuranın arazisine idarenin hiçbir zaman el atmadığı ve taşınmazın 1984 yılından itibaren yer olarak tahsis edilmiş olmasına rağmen, başvuranın taşınmazı satın aldığı tarihi dikkate alınarak başvuranın maruz kaldığı müdahalenin süresinin başvurana aşırı bir yük yüklediği ve 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesinin gerektirdiği adil dengeyi bozduğunun söylenemeyeceği kanaatine varmıştır. Bu nedenle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi başvurunun kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.
V. / UKRAYNA Başvuru No: 22273/12
Başvurucu Ukrayna vatandaşıdır. Engelli ve HIV pozitif olan başvuran, 22 Ekim 2010 tarihinde hırsızlık suçundan tutuklanmıştır. Tutuklu bulunduğu yerde gerekli tıbbi tedavisi yapılan başvurana HIV, hepatit C ve bir dizi başka hastalık teşhisi konmuştur. Hastalıklar için reçeteler yazılmış ancak antiretroviral tedavide (ART) bulunulmamıştır. Başvurucunun durumu kötüleşmesi üzerine cezai yargılaması askıya alınmış ve gerekli tedavi görmesi için gözlemevine sevk edilmiştir. Mahkemenin verdiği bilgiler doğrultusunda bu yerde başvurucuya, veremden korunmak için ART ve kemoterapi önerilmiş, ancak başvurucu bunu almayı reddetmiştir. Başvurana tedavi sürecinde başka hastalıkların da teşhisi konulmuştur. Bununla birlikte gözaltı merkezinde kalan başvuran 24 Haziran 2011 tarihinde kendisine önerilen ayakta antiretroviral tedaviyi reddetmesi üzerine başvuranın kasıtlı olarak ceza davasını engellemeye çalıştığı düşünülerek mahkeme 16 Ağustos 2011’de davanın devam etmesine karar vermiştir. Bir gözaltı merkezine gönderilen başvuran burada da antiretroviral tedaviyi reddetmiştir. 8 Kasım 2011’de Ukrayna İnsan Hakları Komitesi’ne başvurmuştur. Bu başvurunun cevabı bilinmemektedir. 1 Aralık 2011 tarihinde, başvuran, ilgili mahkemeye tutuklama yerine yargılama öncesi tutukluluktan kaçmama yükümlülüğüne çevirmek için talepte bulunmuştur. Bu talepte başvuran, özel bir AIDS hastanesinde yatarak tedavi görmesine izin vermek için alternatif bir önleyici tedbirin gerekli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme başvuranın muayeneden geçmesine karar vermiştir. Başvuran, antiretroviral tedavi göremediğinden şikayette bulunmuştur. Bunun üzerine daha fazla adli inceleme için başka bir gözlemevine sevk edilmiştir. Öncekinden daha fazla hastalık tespit edilmesi üzerine, kendisine uygun tedavi yöntemleri önerilmiştir. Başvurucu, ayakta tedaviyi reddetmiştir. 16 Nisan 2012 tarihinde başvurucu bulunduğu gözlemevinde tutuklanmıştır. Bu tarihte kendisine tıbbi müdahalede bulunulmamıştır. Mahkeme, başvuranın sağladığı belgeler neticesinde 23 Nisan 2012 tarihinde bir hastanede derhal uygun yatan hasta tedavisinin sağlanması gerektiğine karar vermiştir. 28 Nisan 2012 tarihinde tedavi eden doktor başvurucunun yatan hasta olarak tedavi edilmesini uygun görmemiştir. Başvurucu, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme'nin 34. maddesi uyarınca tutukluluk halindeki tıbbi tedavinin olmaması ve bu konuda etkili bir hukuk yolu bulunmaması nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmuştur. Bunun üzerine mahkeme, başvurucuya önerilen tedavinin cezaevi koşulları içinde olmasından dolayı başvurucu tarafından reddedilmesini uygun görmüştür. Ayrıca başvuranın devlet makamlarına ART hakkında şikayette bulunup, cevap almamasını devletin tıbbi desteği sağlamadığı şeklinde yorumlamıştır. Başvuranın 25 Haziran 2011 ve 16 Mayıs 2012 tarihleri arasında tıbbi muayenesinin yapılmadığı saptanmıştır. Mahkeme, başvuranın durumunun ciddiyeti göz önüne alındığında, başvuranın önceki tedaviyi reddetmesinin, kendisine tıbbi tedavi sağlama pozitif yükümlülüğünü sona erdirmek için gerekçe olarak kabul edilemeyeceği ya da yerel makamların tıbbi tedavi için gerekli tedaviyi önermesini engellemediği kanaatindedir. Bunun sonucunda tutukluluk halindeki yetersiz tıbbi bakım nedeniyle Sözleşme'nin 3. ve 13. maddelerinin ihlal edildiğine ve başvurucunun 25 Haziran 2011 ve 16 Mayıs 2012 tarihleri arasında gözaltında tutulan başvurana yeterli tıbbi bakım sağlamamasına ilişkin şikayetlerin kabul edilebilir olduğuna karar vermiştir.
G. J. VE R. H. H. /İZLANDA B. No.68273/14 ve 68271/14
Başvuranlar İzlanda vatandaşıdırlar. Başvurucular, Mart 2012 tarihinde, 2008 küresel mali kriz ve bunun İzlanda mali sektörü üzerindeki etkileri bağlamındaki bir ceza yargılamasında, iki sanığın müdafileri olarak atanmıştır. İki avukat, 08 Nisan 2013 tarihinde, görevlendirmelerinin kaldırılmasını talep etmiştir. Başvuranlar, Yüksek Mahkemeye savunmalarını sunmalarına ilişkin süreden vaktinde haberdar edilmediklerini, savcılığın mütalaasının bir örneğini onlara göndermediğini ve savunmanın önemli belgelere yeterince erişemediğini bildirmişlerdir. Ayrıca, müvekkillerinin haklarının aşırı derecede ihlal edildiğini ve davaya daha fazla katılmaktan çekilmek zorunda olduklarını, müvekkillerinin de bu kararlarını onayladığını belirtmişlerdir. İlgili mahkeme aynı gün, bunun yargılamayı geciktirmesinin olası olduğuna hükmederek görevlendirmelerinin kaldırılmasını reddetmiştir. Başvuranlar, 11 Nisan 2013 tarihindeki duruşmaya katılmayacaklarını mahkemeye bildirmişlerdir. Sanıklar, duruşma günü yeni avukatlarla katılmıştır. Savcılık, başvuranların yargılamayı geciktirmek amacıyla davadan çekildiklerini ileri sürmüş ve mahkemeye itaatsizlikten para cezasına çarptırılmalarını talep etmiştir. Başvuranların mahkemeye itaatsizlikten para cezası ödemesine karar verilmiştir ve bu karar onların yokluğunda hükmedilmiştir. Başvuranlar bu konuda bilgilendirilmemiştir. Yüksek Mahkeme 28 Mayıs 2014 tarihinde, yerel mahkemenin kararını başvuranlara verilen para cezaları yönünden onamıştır. Yüksek Mahkeme, başvuranlara verilen para cezalarının “niteliği gereği” bir ceza teşkil ettiğini tespit etmiştir. Başvuranlar, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6/1 ve 3 maddesine dayanarak yerel mahkemenin onları yokluklarında yargıladığını ve cezalandırıldığını ileri sürmüş, Yüksek Mahkemenin, yerel mahkeme önünde meydana gelen usulü ihlalleri gidermediğini iddia ederek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmuşlardır. Ayrıca başvuranlar müdafi olmadıkları bir zamanda yapılan eylemler dolayısıyla suçlu bulunduklarının ve onlara verilen ceza miktarının öngörülemez olmasının Sözleşme’nin 7/1 maddesinin ihlaline yol açtığından şikâyet etmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 6. maddenin cezai yönünün mahkemeye itaatsizlik yargılamalarına veya hukuk mesleğindekilerin uygunsuz davranışlarına ilişkin yargılamaları üç ölçüt üzerinden değerlendirmektedir. İlk ölçüte göre; suçu ulusal hukukta vasıflandırmıştır. Buna göre bahse konu suç İzlanda’nın Ceza Muhakemesi Kanunu’ndaki bir suçla mahkemeye itaatsizlik suçlarından dolayı özel kovuşturmalar başlatılabileceğini düzenlemekle birlikte; genel bir kural olarak, bu Kanunun başka bir Bölümünde tanımlandığı üzere, böyle bir davranışın incelenmesi savcının katılımını gerektirmemekteydi. Para cezası, bir davayı görmekte olan mahkemenin kendisi tarafından verilmekteydi. Sonuç olarak AİHM, söz konusu suçun ulusal hukuk uyarınca “cezai” olarak vasıflandırıldığının ortaya konulmadığını söylemiştir. İkinci ölçüt olarak suçun niteliğini belirlemiştir. Buna göre; Yüksek Mahkeme başvuranların yargılamayı geciktirmek amacıyla davadan çekildiklerini ve mahkemeye itaatsizlikten para cezasına çarptırılmalarını karar vermiştir. Yüksek Mahkeme bununla birlikte, cezai olduğunu kabul ederken; başvuranların hatalı davranışının niteliğine yaptığı özel bir atıfta bulunmamıştır. Sonuç olarak, söz konusu mesleki görevlerin ihlalinin ağırlığına göre başvuranların suçunun nitelik olarak cezai mi yoksa disiplin ile ilgili mi görüleceği açık değildir. Son olarak üçüncü ölçüt incelenmiştir. Bu ölçüt cezanın niteliği ve ağırlık derecesidir. Yüksek Mahkeme, başvuranlara verilen para cezalarının “nitelikleri gereği ceza” olduğuna hükmederken, görünüş itibariyle üçüncü ölçüte dayanmıştır. AİHM, başvuranlara verilen para cezalarının yüksekliği ve yasal bir üst sınırın bulunmaması, yaptırımın ağırlığı ve niteliğinin Sözleşme’nin 6. maddesinin özel anlamında “cezai” olarak görülmesine yetmez şeklinde yorumlamıştır. Bu şartlar altında ve bir bütün olarak Sözleşme’nin yorumunun tutarlılığı dolayısıyla AİHM, 7. madde altında şikâyet edilen para cezalarının, bu madde anlamında “ceza” olarak görülemeyeceğini değerlendirmiştir. Sonuç olarak AİHM, başvuranların başvurularını kabul edilemez bulmuştur.