H. T. Başvurusu, No: 2018/36850, 31/12/2020
Başvurucu hakkında 4/3/2010 tarihinde suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve yönetme, örgüt faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu ve uyarıcı madde ticareti yapma ve sair suçlardan kamu davası açılmıştır. Yapılan yargılama sonucunda 8/3/2012 tarihinde suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüte üye olma suçundan ve suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan ceza verilmesi kararı verilmiştir. Yargıtay 10. Ceza Dairesi suç işlemek için kurulmuş örgüte üye olma suçundan kurulan mahkumiyet hükmünün onanmasına, suç işlemek için kurulmuş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan kurulan hükmün ise bozulmasına karar vermiştir. Bozma kararı üzerine yapılan yargılamada başvurucunun örgüt faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan cezalandırılmasına karar verilmiş ve bu karar Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 30/6/2016 tarihli kararı ile bozulmuştur. Bozmaya uyularak yürütülen yargılamada başvurucu hakkında verilen karar Yargıtay tarafından 13/9/2018 tarihinde onanmıştır. Başvurucu, 12/12/2018 tarihinde delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi suretiyle mahkumiyetine hükmedildiğini ve yargılamanın makul sürede tamamlanamadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla bireysel başvuruda bulunmuştur. AYM, başvurucu vekilinin kararı Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden 11/10/2018 tarihinde öğrendiğini tespit etmiş ve bireysel başvurunun ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerektiğini belirterek başvuruyu süre aşımı nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.
M. A. Ç., B. No: 2018/24061, 15/12/2020
Başvurucu, yasa dışı yollarla yurt dışına çıkarken yakalanıp silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği iddiasıyla 13/3/2018 tarihinde tutuklanmış ve ceza infaz kurumuna yerleştirilmiştir. Başvurucu tutuklandığı zaman hamiledir. 31/08/2018 tarihinde gebe olmasına rağmen tutuklandığını, Ceza İnfaz Kurumunda olumsuz koşullarda tutulduğunu, tutulma koşullarının kendisinin ve bebeğinin sağlığını riske attığını belirterek yaşam hakkının, kötü muamele yasağının ve kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve sağlık hizmetlerine erişemediğini, enfeksiyon kaptığını belirterek bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun gerekli hastane kontrollerinin yapıldığı, yerleştirildiği ceza infaz kurumundaki odasının yaşam koşullarına elverişli olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca başvurucunun en son 17/8/2018 tarihinde hastaneye sevk edildiği tespit edilmiştir. Başvurucu 28/9/2018 tarihinde tahliye edilmiştir. 10/04/2019 tarihinde başvurucu hakkında terör örgütüne üye olma suçundan mahkumiyet kurulmuştur. Kanun yolu süreci devam etmektedir. Anayasa md.148’e göre bireysel başvuruda bulunmak için olağan kanun yollarının tüketilmesi gerekir. AYM, 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu'nun 4. Maddesi’nde yer alan infaz hakimliklerine şikayet yolunun kullanılmadan bireysel başvuru yoluna gidilmesini olumsuz tutulma koşullarından dolayı kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvurulması gereken yolların tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi, ceza infaz kurumlarının sahip olduğu imkânlarının sağlık durumuna uygun olmamasına dayalı yapılan şikâyetleri kötü muamele yasağı kapsamında ele almaktadır. AYM, yapmış olduğu inceleme sonucunda başvurucuya yönelik sağlık durumu dikkate alınmaksızın tutuklanmadan dolayı kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.
M.O. ve diğerleri, B. No: 2019/8627, 15/12/2020
Başvurucular, kamu görevlisi (hakim/savcı) olarak görev yaparken Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile bağlantısı bulundukları gerekçesiyle ilgili kanun hükmünde kararnameler (KHK) gereğince meslekten çıkarılmıştır. Bunun üzerine baro levhasına/staj listesine avukat/avukat stajyeri olarak yazılma talebi ile TBB başvurmuşlardır. TBB’nin başvuruyu kabul etmesi üzerine İçişleri Bakanlığı bu kararı uygun bulmamıştır. TBB’nin kararında ısrar etmesi üzerine İçişleri Bakanlığı TBB karşı iptal davası açmıştır. Başvurucular, TBB yanında davaya müdahil olmuştur. İptal davası sonucunda mahkeme avukatlık mesleğinin kamu hizmeti niteliği taşıdığından ve ilgili KHK’da ihraç edilen kişilerin bir daha kamu hizmetinde bulunamayacağı belirtildiğinden işlemin iptaline karar vermiştir. İlgili üst mahkemeye taşınan dava, reddedilmiştir. Başvurucular, avukatlık mesleğinin kamu görevi olmadığını, mahkemenin delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yaparak adil olmayan karar vermesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunmuşlardır. AYM, kamu görevinden ihraç edilen başvurucunun baro levhasına yazılma işleminin mahkeme kararı ile iptal edilmesine ilişkin başvuruyu Anayasa md.36 üzerinden değerlendirmiş ve hakkında şu şekilde karar vermiştir. İlgili KHK’nın geniş yorumlandığını, avukatların kamu hizmeti yerine getirirken serbest çalışan avukatlar ile devlet arasında devlet memurununkine benzer bir güven ilişkisi aramanın Anayasa ile oluşturulan düzene aykırı olduğuna değinerek hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar vermiştir.
E. O., B. No:2018/10567, 12/1/2021
Başvurucu, hükümlü olduğu ceza infaz kurumuna 9/1/2018 tarihinde vermiş olduğu dilekçede yaklaşık üç yıldır ziyaretçi hakkından yararlanamadığını belirterek isimlerini verdiği üç kişinin ziyaretçi listesine eklenmesini talep etmiştir. Kurum ziyaretçi listesi verilmesindeki süreye uymadığından bu talebi reddetmiştir. Başvurucu infaz hakimliği şikayet yoluna başvurmuş ve gerekli süreye uymadığı gerekçesiyle isteği reddedilmiştir. Gerekli kanun yollarına başvurması sonucunda ret kararı almıştır. 05/04/2018’ de idare tarafından gerekli süreye ilişkin olarak kendisine bir bildirim yapılmadığını, talebinin sadece süreye dayalı olarak reddedilmesinin hakkaniyete uygun olmadığını belirterek ziyaretçi listesinin reddi nedeniyle yakınlarıyla iletişim kurmasının engellendiğini vurgulayarak kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürerek bireysel başvuruda bulunmuştur. AYM, konuyu Anayasa md.20’ye göre değerlendirmiştir. Buna göre ceza infaz kurumunda hükümlü bulunan başvurucunun dış dünya ile iletişim kurması ve sosyal ilişkilerinin sınırlandırılması yönünde sonuçlar doğurması nedeniyle özel hayata saygı hakkı arasında bağlantı bulunmaktadır. 5275 sayılı Kanun nezdinde tutuklulara üç kişilik ziyaretçi isim listesinde zorunlu hâllerde değişiklik yapabilme olanağı verilmiş, buradaki zorunlu haller tahdidi olarak sayılmamıştır. İsim verme listesi için belirtilen sürenin niteliği de açıklanmamıştır. Bunun yanı sıra kolluk kuvveti ziyaretçiler hakkında ziyarette bulunmalarında sakınca olup olmadığını araştırmakla yükümlüdür. Kamu makamlarının bu şekildeki geniş takdir yetkisi gözetip başvurucunun talebinin gerekli süreyi geçtiğinden bahisle ret etmesi özel hayata saygı hakkı ile kamu güvenliği amacı arasında adil denge sağlamaktan uzak olduğunu göstermektedir. Bunun sonucunda özel hayatın gizliliği ihlal edildiğine ulaşılmaktadır. Başvurucunun başvurmuş olduğu infaz hakimliğine şikayet yolunda ret kararı verilmiş olması mahkemenin mevzuat hükümlerini sert bir şekilde uyguladığını göstererek ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığını göstermiştir. Sonuç olarak AYM, özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar vermiştir.
C. B., B. No: 2017/38634, 12/1/2021
Başvurucu, Ankara’nın Yenimahalle ilçesi Aşağıyurtçu Mahallesi 218 ada 10 parselde kayıtlı 486 metrekare yüz ölçümüne sahip tarlayı köy tüzel kişiliği adına kayıtlı iken 143.791.000 TL ödeyerek kendi adına tahsisen tescil etmiştir. Tüzel kişiliği sona eren Asağıyurtçu köyünün haklarını devralan Yenimahalle Belediyesi 3367 sayılı Kanun ile ve Köy Yerleşme Alanı Uygulama Yönetmeliği hükümlerinde belirtilen şartların yerine getirilmediği gerekçesiyle başvurucu adına tescil edilen taşınmaz için tapu iptali ve tescili davası açmıştır. Dava kabul edilmiş ve 14/2/2011 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu belediyeye karşı 10/6/2013 tarihinde alacak davası açmıştır. Bu davanın reddedilmesi üzerine başvurucu temyize gitmiştir. Temyiz merci davanın reddedilmesi kararını sebepsiz zenginleşme hükümleri içinde değerlendirilmesi gerektiğini söyleyerek bozmuştur. Bunun üzerine yapılan yargılamada ilk derece mahkemesi davayı kısmen kabul ederek 143,79 TL'nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Başvurucu 5/2/2016 tarihinde kararı temyiz ederek dava tarihindeki bedel üzerinden hesaplama yapılması talebinde bulunmuştur. Mahkeme verilen kararı onamıştır. Nihai karar 23/11/2017 tebliğ edilmiştir. Başvurucu, bedeli karşılığı satın aldığı taşınmazın gerçek değerinin ödenmediğini, bunun yerine 1997 yılında ödemiş olduğu bedelin aynı şekilde iadesine karar verildiğini, aradan geçen uzun süre nedeniyle alacağın değer kaybına uğradığını belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek 8/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. AYM, konuyu Anayasa md.35 kapsamında değerlendirmiştir. Mülkiyet hakkı bağlamında değerlendirilen alacağa enflasyon karşısında değer kaybına uğraması durumunda başvurucunun bu bedelden yararlanamaması nedeniyle meydana gelen zararı telafi etmek amacıyla gerekli önlemlerin kamu makamlarınca alınması gerekir. Somut olayda, başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilen ve iadesine hükmedilen tutar dava tarihi itibarıyla değer kaybını telafi edecek fark ile ödenmemiştir. Sonuç olarak ödeme tarihinden dava tarihine kadar geçen süre dikkate alındığında başvurucunun mülkiyet hakkı bakımından alacağının enflasyon karşısında önemli ölçüde değer kaybına uğratıldığı görülmektedir. Bu nedenle AYM, mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar vermiştir.